Gün neredeyse dört renge döndü bugün. Sabahında esen bir rüzgar ve ardı sıra sert kar tanelerinin yerlere düşüşü, üzerimizdekileri ıslatışı. Ardından yaz günü gibi gözlerimizi kıstırtmaya neden olan parlak ve güçlü bir güneş. Öğle vakti, puslu, arkasına bütün siyah bulutları yüklemiş bir durgun hava. Şimdilerde ise bilindik bir kış ikindisi. Solgun ve yorgun ışıklar ardından, aldatıcı bir aydınlık.
Ankara’da bu kış böyle. Kısacası Ankara böyle.
Mevsimin adının ne olduğunun pek önemli olmadığı bir kent burası. Yazı baran, kışı ayran olmaya hazır her dem.
Sokakların yegane ağaçlarından olan ve nedense bu kış yapraklarını ve palamutlarını hala dökmemiş olan Palamut Ağaçlarının, o kızıl- sarı yapraklarının arasından dallarının tomurcuklanmış uçları var. Nasıl bir armoni görmeli insan. Aylar öncesi yerlerde sürüklenmesi gereken o kupkuru yaprakların hemen yanında yeşillenmeye yüz tutmuş bir hayat görmek.
Şaşırdım. Güldüm.
O haşmetli dalları, Kumrular Sokağının epeycesini saran Palamut Ağacının en üstünde olmak gösterdi bu mucizeyi bana. Gariptir, gerçek büyüklükler, yerden de baksanız, üstten de baksanız değişmiyor. O ağacın muhteşemliği, kendi sırlarını saklıyor hep.
Şimdiye değin bilmediğin bir yalın hikaye, önüne seriliveriyor. Niye, en üstteki dalların uçlarında yeni bir hayat şekilleniyor? Ufacık bir tomurcuk, ne zaman hayat buluyor?
Garip.
Yaprağını, kozalağını dökmeyen bir ağaç, nasıl yeşeriyor?
Rüzgarı mı eksik bu Ankara’nın yoksa yağmuru mu? Güneşi mi fazla, don vakti mi az?
Bir gariplik var, bir yeni serancam bizi izliyor.
Bugün Şubat mış. Bugün Şubat’ın başıymış. Ben bu sabah Ankara’da baharı gördüm. Bu sabah Ankara’da sokakların asıl sahibi olan ağaçların uyanışını gördüm. Kımıldayan bir uzanış, ayağa kalkış, hayatı gördüm. Palamut Ağaçlarının bilinmeyen hikayelerinde yeni bir yaşam gördüm.
Şubat’ı gördüm.
1948 Yılı Şubat Takvim yaprağıyla, ne kadar düşünülürse!
ความคิดเห็น