Hayat bu; o kadar çok yaşanmışlıklar var ki, hepsini bilmek ne mümkün! Hatırlamak, anmak ne mümkün!
Üstelik birçoğumuzun atalarımızın/ geçmişlerimizin yaşanmışlıklarına ait bilinmezleri unuttuğumuz bir ortamda. Önemsemediğimiz ortamda. Hatırat kaygısı güdüp, yaşanmışlıkları kayda almadığımız süreçte.
İşte böyle anlarda birbirine karışıyor her şey; bazı efsaneler içimize giriyor, bazı yaşanmışlıklar da inkâr edilebiliyor!
Hangisi doğrudur bilmek için; zaman, şahit ve belge istiyor. Ailesi adına yaşanmışlıkları kayda almış, hatırata dökmüş, belgelemiş bir hemşerimizin anısına, biz de bu yazıyı yazıyoruz.
***
Seversiniz sevmezsiniz, Nazım Hikmet adında bir şairimiz var, bilirsiniz. Hakkında çok şey söylersiniz. Belki siz de, yıllar önce “sakıncalı” olduğu söylenen, o dizelerini bugün içten, yürekten, haykırarak söylersiniz.:
“ bu davet bizim…yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…”
Anlatacağımız hikâye, Nazım değil. Hikâye, Nazım’ın “Vasiyet” adlı şiiri üzerinedir. Hani çok bilinen ve en çok sevilen şiiri.
Bir hatırlayalım:
Vasiyet
“Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün, Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan Bey’in vurdurduğu Irgat Osman yatsın bir yanımda ve çavdarın dibinde toprağı çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, tarlalar orta malı, kanallarda su, ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, toprağın altında yatar upuzun, çürür kara dallar gibi ölüler, toprağın altında kör, sağır, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben, daha onlar düzülmeden, duymuşum yanık benzin kokusunu, traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince, şehit Ayşe’yle Irgat Osman çektiler büyük hasreti sağlıklarında belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, ve de uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani! “
Tepesinde bir çınar olursa, taş maş da istemiyor şair. İstemiyor ama şiirinde kast ettiği, ince ince tarif ettiği o mezar Demirci’nin ya da Demirci köylerinden birinin çınar altında yer bulan mezarlığı mıdır?
Nerden çıktı demeyin!
Hani;
“Hasan Bey’in vurdurduğu Irgat Osman yatsın bir yanımda ve çavdarın dibinde toprağı çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.”
Diyor ya şair, kimdir bu Hasan Bey’in vurduğu Irgat Osman ve çavdarın dibinde kırkı çıkmadan ölen Şehit Ayşe?
Dahası, bu isimlerin Demirci ile Demircinin köyleri, Demircinin mezarlıkları ile ne ilgisi vardır?
Önce birkaç hatırlatma ile yazımıza devam edeceğiz.
Akpınar, Parsamaz, Kurumtere nereleridir?
Ya, “Tortamışo Hacı Etem” kimdir?
Hatırlatalım: Akpınar ve Parsamaz isimleri henüz Demirci’nin yaşayan, isimleri unutulmayan, kaybolmayan mevkii adlarıdır. Her ne kadar Akpınar şehre yakınlığı sebebiyle, artık bir caddeye ad olmuş ise de! Pınarı yavan aksa da!
Kurumtere’nin de yakın civar bir mevkii adı olmakla birlikte günümüzde pek telaffuz edilmediği aşikârdır. Belki yaşlılarımız bizlere tanıklık edebileceklerdir.
Tortamışo Hacı Etem ise çok bilindik, çok aşina bir isim değil midir?
O zaman başka bir şiir ile yazımıza devam etmeliyiz. Bugün halk söylencesi olmuş bir deyiş ile. Ağıt ile. Halk Türküsü ile.
Irgat Osman
“Akpınar’ın taşında
Osman’ım on beş yaşında Osman’ımın ölümü Kurumtere başında.
Parsamazın dağları Horhor eder çamları Tortamışo Hacı Ethem İyi beklesin damları.
Parsamazdan geçtin mi? Soğuk sular içtin mi? A benim yiğit Osman’ım Sen dünyadan geçtin mi?
Parsamazın söğüdü Seni kimler sürüdü Türk Ali ile Hacı Ethem Aldı bıçağı yürüdü.”
Bilmiyorum, bu türkü yanık yanık söylenir mi bizim söylencelerimizde hala? Ağıtlarda, gecelerde! Halı dokuyan kızlarımızın tezgâh önlerinde, ilmik, kirkit ellerinde! Her defasında “ Ayşe” olur mu kendileri, her defasında ürperirler mi? Halı desenlerine yansır mı o al renk?
Nedir bu türkünün hikâyesi peki?
Bu konudaki kaynaklığımızı, belirttiğimiz gibi bir hemşerimiz yapıyor: Rahmetli Hüseyin SANATER . Gerek daha önce bir gazeteye yaptığı açıklamalar ile gerekse de bu yazıyı yazmak için bana ilk bilgileri veren, yüreklendiren Haluk Metin Gençtuğ ağabeyimize daha önceden yapmış olduğu anlatılarıyla.
Hüseyin Sanater, Demirci’de doğup, büyüdükten ve ilk tahsilini tamamladıktan sonra İzmir’e yerleşir ve Orman Bakanlığı Teşkilatında uzun yıllar görev yapar. Bu esnada İzmir Köycülük Bürosu tarafından yayımlanan “ İzmir’de Köycülük Dergisi’nin 1946-1947 tarihli sayılarında ağaçlandırma ve ormancılık üzerine çeşitli yazıları da yayımlanır.
Hüseyin SANATER derki;
“Bu halk türküsünde hikâyesi anlatılan Irgat Osman, benim öz dayımdır. Uğruna ölünen ve sonra can veren Ayşe de dayım Irgat Osman’ın uğruna öldüğü sevgilisidir.”
Olayın hikâyesini yıllarca, annesinden dinleyen Sanater, annesinin, kardeşinin ölümü nedeniyle ömür boyu yas tuttuğunu belirtiyor. Demirci 1919 doğumlu Sanater’e göre, Irgat Osman 15 yaşında, yakışıklılığı sebebiyle bütün köyde nam salmış bir delikanlıdır. Köyde, Ayşe adlı bir kıza da gönlünü kaptırır. Ayşe, köyün en güzel kızıdır. Haliyle seveni, isteyeni, talibi de çoktur. Üstelik bu taliplerden birisi de köyün ağası Tortamışo Hacı Etem Bey’in oğlu Hasan’dır.
“ Hasan Bey”, durumu Ayşe’ye açınca, kız, gönlünün Osman’da olduğunu söyler. İşler içinden çıkılmaz bir hale dönüşür. Gönül bu, insanı yoldan da çıkarabiliyor bazen. Hasan Bey, gönlünü kaptırdığı Ayşe ile arasında tek engelin, Irgat Osman olarak görür, bu engelin ortadan kaldırılması için köyün kabadayılarından Türk Ali’den yardım ister. Türk Ali de çok vakit geçirmeden bir köşede sıkıştırdığı Osman’ı bıçaklayarak öldürür. Vasiyetinden değil, tesadüfen bir çınar ağacı altına da gömerler onu.
Bu olay tüm Demirci ve köylerinde anında duyulur ve yayılır.
Olay, Kurtuluş Savaşı yıllarında geçtiği, çeşitli isyanların ve mücadelelerin yaşandığı, şakilerin cirit attığı karışık bir dönemde cereyan ettiği için, cinayetin üzerine fazla giden olmaz. Failleri yakalanıp, sorgulanmaz. Olay unutulur gider. Ancak halk olayın perde arkasını bildiği için cinayeti türkülere taşır, dertli, tasalı günlerinin içinde dile getirir. Irgat Osman ile Ayşe’nin dramını bu günlere kadar yaşatır.
İşte asıl hikâye burada başlamaktadır. Nazım Hikmet’in Vasiyet adlı şiirinde yer alan ifade ve kişilerle, bizim Irgat Osman Türkümüzdeki ifade ve kişiler nereyse birebir örtüşmekte, tema benzerliği olduğu kadar hikâye örgüsünde de benzerlikler görülmektedir. Peki, ama niçin? Hal böyle olunca, sorgulamak gerekmektedir.
Sorgulayan yine hemşerimiz Hüseyin Sanater olmuştur.
Gençliğinde okumaya yazmaya çok meraklı bir kişi olan Sanater, o yıllarda Demokrat Parti’ye gönül vermiş. Nazım Hikmet’in şiir tarzını hiç tasvip etmezmiş. Nazım’ın yazdıklarını şiir değil, nesir olarak algılarmış. Ancak bütün bu bakış açısı, 1970’li yılların ortalarında ölüm tehdidinden kaçan Hurşit adlı bir gencin evlerinde misafir olmasıyla farklı bir boyut kazanmış. Hurşit’in ailesi ölüm tehdidini duyunca çocuklarını Hüseyin Sanater’in evine İzmir’e göndermişler. Hurşit, aynı zamanda Sanater’in öğretmen olan eşinin de öğrencisiymiş. Hurşit’i Bornova Anadolu Lisesi’ne yazdırarak himaye etmişler. Sanater, evde uykusuz kaldığı bir akşam onun kitaplarını karıştırırken karşılaştığı Nazım Hikmet’in “Vasiyet” adlı şiiri karşısında hayrete düşmüş. Çünkü şiirde bahsi geçen, hikâyesi anlatılan Irgat Osman, annesinin her fırsatta dile getirdiği öz dayısıymış. Dayısının yaşamı anlatılmaktaymış.
Hani şu dizeler:
“Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, / ölürsem kurtuluştan önce yani, / alıp götürün, / Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni. / Hasan Bey’in vurdurduğu / Irgat Osman yatsın bir yanımda / ve çavdarın dibinde toprağı çocuklayıp / kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.”
Bilmiyoruz, nasıl olmuştur da Nazım’ın dizelerinde yer bulmuştur bu hikâye?
Acep, bu halk türküsünün yanık havası, dillerde dolaşan anonim yapısı Nazım’ı da mı vurmuştur? Şiirlerine konuk mu etmiştir her birini!
Ya da Ayşe’nin yürek burkan dramı mı etkilemiştir onu?
Irgat Osman’ın civanlığı mı?
Irgat Osman ile Ayşe’nin büyük hasretlerine mi yanmıştır?
Yoksa hapishane şartlarından bir türlü başını kurtaramayan Nazım’ın, Demircili bir hapishane yoldaşı mı olmuştur? Bağrı yanık bu türküyü ona söyleyen!
Hangisidir bilinmez.
O bilinmez ama türkülerle, şiirler beraberce bir resital gerçekleştirirler gözümüzün önünde. Kâh Nazım söyler, kâh ya halı başında, ya da hapishane ocağında bir sevdalı. Şiirler ve türküler ortak sevdaları söylerler. Demirci’yi söyler. Bizi söyler.
Peki, ama koskoca Nazım, neden bir ceviz ağacının altında yatmaya meftun olmuştur? Niye? Bilmekte midir Irgat Osman’ın da bir çınar ağacı altında olduğunu?
Bilinmez. Bilinen tek şey: Nazım’ın Anadolu’da çınar altında bir mezar dahi edinemediğidir.
Diğeri de, Irgat Osman’ın mezarsız kalışıdır. Çınarsız kalışıdır. Onun çınar altındaki mezarı ise, köydeki bir hafriyat çalışması sırasında yıllar önce yer değiştirmiş, taşınmıştır. Ama yeni yeri de hiç akılda tutulamamıştır. Günden güne unutulur gider mezarı da, mezarlığı da!
İkisi de çınarsız mezarlarda kalmışlardır.
Oysa öyle muhteşem çınarlar ile doludur ki Anadolu! Ve Demirci!
***
*Demirci: Manisa’nın İlçesi
Comments